Prof. Dr. İsmail Hakkı AYDIN
Bilimsel yayın, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, her türlü
akademik unvanın kazanılmasında, üniversiter sistem içerisinde öğretim
eleman ve üyelerinin ilerletme ve yükseltmelerinde en önemli ölçüt
olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında, dünyadaki üniversitelerin
ilmi sınıflaması yapılırken, yine “web of Science” veri tabanı
tarafından taranan dergilerde yayımlanan makaleler dikkate alınarak,
bağımsız kuruluşlarca sıralama yapılmaktadır.
Öğretim
üyelerinin ilmi kaliteleri, uluslararası bilimsel platformda yıllara
göre yaptıkları araştırmalara, yayınlara, bu yayınlara yapılan atıflara
ve yayınlarının neşredildiği dergilerin impakt değerlerine göre
hesaplanan kişisel “H faktörü”ne göre belirlenir. Her ne kadar
ülkemizde yardımcı doçent, doçent ve profesör unvanlarının
kazanılmasında “H faktörü” çoğunlukla dikkate alınmasa da, gelişmiş ve
muasır medeniyet seviyesini yakalamış, uluslararası, şahsiyet sahibi
üniversitelerin olmazsa olmaz değerlendirme ölçütü özelliğini
taşımaktadır.
Kanaatime
göre, akademik unvanların kazanılması bir yana, üniversitelerin
akademik idari makamlarına, müdür, dekan ve rektör atamalarında da,
başkaca istenen şartlar yanında, “H faktörü” de önemli bir ölçüt olarak
dikkate alınmalıdır.
Dünyadaki
üniversiteler arasında ilk 500 içerisine girmek yarışında gayret sarf
edilirken, üzülerek belirtmeliyim ki, bilim insanlarının dayanılmaz
yükselme arzusunu fark eden bazı yerli ve yabancı (uyanık) yayın
kuruluşları para ile makale yayınlama politikası geliştirerek bir
“pazar” oluşturmuşlardır!
Aslında,
tarih boyunca her zaman, her ülkede belli oranlarda olan bu bilimsel
yayın ahlak kurallarının ihlali, günümüzde olduğu gibi gelecekte de
olacaktır. Zira, 865-922 tarihleri arasında yaşamış olan Ebubekir Razi
Eyvanî, konunun hassasiyetine binaen, problemi fark etmiş ve “Bir kantar
ilim, bir okka edebe muhtaçtır.” vecizesi ile bu “pazar”a daha o
zamandan parmak basarak, konuyu harikulade bir şekilde özetlemiştir.
Bu
makale pazarı genellikle, yetersiz eğitim, hızlı yükselme isteği,
meşhur olma arzusu (Hollywood sendromu), saygınlık kazanma ihtirası,
maddi-manevi kazanç temini ve bazı ruhsal hastalıklara duçar olma gibi
sebeplerle, kıdemli-kıdemsiz, genç-yaşlı bazı bilim insanlarını tahrik
etmektedir. Bu kişiler ilim ahlakını bir tarafa bırakıp, “Ne kadar para,
o kadar yayın” dellallığını kendilerine ilke edinir hale gelmiştir.
Aşırma,
çarpıtma, uydurma, çoklu yayın yapma, bölerek neşretme, çıkar gayesi
gütme ve yağmalama gibi birçok ilmi makale ahlakını hiçe sayan faktörler
bir yana, maalesef birçok ülkede, “etki değeri”(!) çok düşük olan
bazı dergilerde büyük ücretler karşılığında, sipariş ile de yayın(!)
yapan ve yaptıran şaibeli kuruluşlar cirit atmaktadır.
Her
ne kadar TÜBİTAK ve TUBA, bu makale pazarının ve ahlaksızlığının önüne
geçmek için çeşitli faaliyetler sürdürüyorsa da, özellikle bilim
ahlakına sahip, kişilikli bilim adamlarının, üniversitelerin, YÖK ve
ilgili diğer kurum ve kuruluşların bu hususta ileri derecede hassas
davranmaları gerekmektedir.
Bilimsel
jürilerde görevlendirilen jüri üyeleri “H faktörü” dâhil olmak üzere,
ilmi objektif ölçütler eşliğinde çok iyi bir seçime tabi tutulmalıdırlar
ve bu bilim adamlarının da, yardımcı doçent, doçent ve profesör
adayları hakkında verdikleri kararlarda ileri derecede hassas olmaları,
bu “makale pazarı”nın da farkında olarak, ahlaklı bilimin ışığı altında,
hakkı teslim etmek adına ince eleyip sık dokumaları şarttır.
Kitab-ı Müstakbel “HİCRAN” dan bir rubâîmizi paylaşalım.
VÂVEYLÂ DÜŞTÜ
Son perde, bir dilbere, gönül mübtelâ düştü.
Ne tâlihmiş benimki, mukaddes belâ düştü.
Tam cevrine alıştım derken, çöktü bir zulmet,
Yıkılası hâneye, yine vâveylâ düştü.