ABBAS GÜÇLÜ
Hemen her ay, yeni birkaç üniversite açılıyor. Çoğu da vakıf üniversitesi. Kendi hocalarını yetiştirmeleri en az 10
yıl sürer. Oysa hemen öğrenime başlıyorlar. Bu yüzden de devlet
üniversitelerinin içini boşalttıkça boşalttılar.
Peki devlet üniversiteleri yeterince öğretim üyesi yetiştiriyor mu? Daha da önemlisi, asistanlığa ilgi var mı?
Eskiden en iyi mezunlar üniversitede kalırdı. Şimdi kaçıyorlar. Onlarca haklı nedenleri var. Ama en önemlilerden birisi de daha önce eziyetin bin türlüsünü yaşayan hocalarının kendilerine çektirdikleri. Tüm araştırmaların ortaya koyduğu gibi, eziyet gören, eziyet çektiriyor... Ne kadar objektifler? Doktor asistanların, yardımcı doçentlerin yaşadıkları eziyetleri günlerce dile getirmiştik. Hak veren de oldu, karşı çıkanlar da. Şimdi sizinle paylaşacağımız konuda da söylenenler az bile diyenler kadar, statükoyu savunanlar da çıkacaktır.
YÖK ise olup biteni sadece izliyor.
Başkan Çetinsaya, çıkma olasılığı milyonda bir bile olmayan bir yasa taslağının peşine takılmış gidiyor. Oysa ortada bir cenaze var ve önce onun kaldırılması gerekir. Bu ise umurunda bile değil...
YÖK’e giden mektup
“İşletme alanında 2008’de belirlenmiş olan 3 jüri üyesinden yayında 3/3 olumlu raporla ilk başvurusunda ‘başarılı’ olarak geçmiş ancak sözlü sınava 4 kez girmiş olmasına rağmen ‘başarısız’ bulunan bir doçent adayıyım.
Üzülerek ifade ediyorum ki, bu alanda bana jüri olarak tahsis edilen kişiler (ki birçok kez değişti) her defasında geçirmemek için uğraştılar. Örneğin son ikisinde geçebilecek durumdayken yine geçemedim hatta sonuncusunda jüri başkanı bana çocukmuşum gibi ‘Biraz daha iyi olmuş. Bundan sonra daha iyi olacak’ gibi bir cümle kurdu! Üstelik son jürideki bir üye alanımın çok uzağında olan ‘muhasebe’ alanındaydı.
Diğer ikisi ise aynı bölümden olup BÜ Meslek Yüksek Okulu öğretim üyeleriydi. Ancak burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta, diğer iki jüri üyesinden birisi bölüm başkanı diğeri ise aynı bölümde öğretim üyesiydi.
YÖK’e itiraz ettim, fakat kabul edilmedi. Jüri kararı sonrasında, sınav raporunu talep ettiğimde gördüm ki rapor tam olarak gerçekleri yansıtmamaktaydı. Bunu iddia bile edemiyorum çünkü şahidim yok, ayrıca bir dinleyenin olmasının, bizler için kötü bir puan olduğu öğretildi bize. Ne yazık ki sınava dinleyici bile davet edemiyoruz!!! Sonuçta, bana tahsis edilen jüriler tarafından ne yazık ki anlaşılamamış olduğuma inanıyorum.
Halbuki tümü, yayın aşamasındayken raporlarında ‘oldukça başarılı’ bir beyanda bulunmuşlardı. Ancak, sözlü aşamasında üzülerek anladım ki eserlerim hakkında bir inceleme yapılmamış.
Oysaki hiç de azımsanmayacak şekilde çalışmalarım, bilime katkım ve çok sayıda eserlerim var. Bunu YÖK’ün kayıtlarında da görebilirsiniz. Maalesef, sözlü sınav sürecinde, senelerdir hak etmeyerek takılan bir mağdur olarak, oldukça yıpranmış ve tüketilmiş durumdayım.
Bundan sonrasında da aynı anlayışta olan jürilerin beni asla geçirmeyeceği gibi bir fikrim oluştu, bu yüzden bilimsel üretkenliğimi ve motivasyonumu kaybetmiş bulunmaktayım. Bu nedenle, geçmiş sözlülerde yaşadıklarımı sizlere kısaca aktarmak suretiyle, bu olayın başka bir formata dönüştürülmesi konusunda dikkatinizi çekmeyi amaçlamaktayım;
Böyle jüri mi olur?
1- Jüri oldukça gergindi, sınavı bir an önce bitirme telaşındaydı. Jüri başkanı bana ilk olarak hazırladığım sunuma dahi bakmadan ‘2 dakikada kendinizi özetleyin’ dedi.
2- Sınav boyunca benim kendi eserlerim, yaptığım çalışmalar, bilime katkım kesinlikle sorgulanmadı.
Peki devlet üniversiteleri yeterince öğretim üyesi yetiştiriyor mu? Daha da önemlisi, asistanlığa ilgi var mı?
Eskiden en iyi mezunlar üniversitede kalırdı. Şimdi kaçıyorlar. Onlarca haklı nedenleri var. Ama en önemlilerden birisi de daha önce eziyetin bin türlüsünü yaşayan hocalarının kendilerine çektirdikleri. Tüm araştırmaların ortaya koyduğu gibi, eziyet gören, eziyet çektiriyor... Ne kadar objektifler? Doktor asistanların, yardımcı doçentlerin yaşadıkları eziyetleri günlerce dile getirmiştik. Hak veren de oldu, karşı çıkanlar da. Şimdi sizinle paylaşacağımız konuda da söylenenler az bile diyenler kadar, statükoyu savunanlar da çıkacaktır.
YÖK ise olup biteni sadece izliyor.
Başkan Çetinsaya, çıkma olasılığı milyonda bir bile olmayan bir yasa taslağının peşine takılmış gidiyor. Oysa ortada bir cenaze var ve önce onun kaldırılması gerekir. Bu ise umurunda bile değil...
YÖK’e giden mektup
“İşletme alanında 2008’de belirlenmiş olan 3 jüri üyesinden yayında 3/3 olumlu raporla ilk başvurusunda ‘başarılı’ olarak geçmiş ancak sözlü sınava 4 kez girmiş olmasına rağmen ‘başarısız’ bulunan bir doçent adayıyım.
Üzülerek ifade ediyorum ki, bu alanda bana jüri olarak tahsis edilen kişiler (ki birçok kez değişti) her defasında geçirmemek için uğraştılar. Örneğin son ikisinde geçebilecek durumdayken yine geçemedim hatta sonuncusunda jüri başkanı bana çocukmuşum gibi ‘Biraz daha iyi olmuş. Bundan sonra daha iyi olacak’ gibi bir cümle kurdu! Üstelik son jürideki bir üye alanımın çok uzağında olan ‘muhasebe’ alanındaydı.
Diğer ikisi ise aynı bölümden olup BÜ Meslek Yüksek Okulu öğretim üyeleriydi. Ancak burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta, diğer iki jüri üyesinden birisi bölüm başkanı diğeri ise aynı bölümde öğretim üyesiydi.
YÖK’e itiraz ettim, fakat kabul edilmedi. Jüri kararı sonrasında, sınav raporunu talep ettiğimde gördüm ki rapor tam olarak gerçekleri yansıtmamaktaydı. Bunu iddia bile edemiyorum çünkü şahidim yok, ayrıca bir dinleyenin olmasının, bizler için kötü bir puan olduğu öğretildi bize. Ne yazık ki sınava dinleyici bile davet edemiyoruz!!! Sonuçta, bana tahsis edilen jüriler tarafından ne yazık ki anlaşılamamış olduğuma inanıyorum.
Halbuki tümü, yayın aşamasındayken raporlarında ‘oldukça başarılı’ bir beyanda bulunmuşlardı. Ancak, sözlü aşamasında üzülerek anladım ki eserlerim hakkında bir inceleme yapılmamış.
Oysaki hiç de azımsanmayacak şekilde çalışmalarım, bilime katkım ve çok sayıda eserlerim var. Bunu YÖK’ün kayıtlarında da görebilirsiniz. Maalesef, sözlü sınav sürecinde, senelerdir hak etmeyerek takılan bir mağdur olarak, oldukça yıpranmış ve tüketilmiş durumdayım.
Bundan sonrasında da aynı anlayışta olan jürilerin beni asla geçirmeyeceği gibi bir fikrim oluştu, bu yüzden bilimsel üretkenliğimi ve motivasyonumu kaybetmiş bulunmaktayım. Bu nedenle, geçmiş sözlülerde yaşadıklarımı sizlere kısaca aktarmak suretiyle, bu olayın başka bir formata dönüştürülmesi konusunda dikkatinizi çekmeyi amaçlamaktayım;
Böyle jüri mi olur?
1- Jüri oldukça gergindi, sınavı bir an önce bitirme telaşındaydı. Jüri başkanı bana ilk olarak hazırladığım sunuma dahi bakmadan ‘2 dakikada kendinizi özetleyin’ dedi.
2- Sınav boyunca benim kendi eserlerim, yaptığım çalışmalar, bilime katkım kesinlikle sorgulanmadı.
3- Sınavda cevapladığım konular
dahi raporda ‘yeterli cevaplanmadı’ diye yazılmıştır. Bunun kriteri nedir?
Yeterlilik veya yetersizlik nedir?
4- Açıkçası jürinin önceden benim
eserlerime hiç bakmadığı ve hangi konularda çalıştığımı bilmediği gibi bir
izlenime kapıldım.
5- Jüri raporlarını istediğimde ‘hiçbir soruya tatmin
edici cevap veremedi’ gibi ifadeler ve yanlış beyanlarda bulunuldu. Bu son
derece haksızca ve bence bilimsellikten uzak bir cevaptır. Şunu sordum,
cevaplayamadı denilmesi gerekmez miydi?
Adil olmayan ve hiçbir kriteri
bulunmayan sözlü sınavın kaldırılması veya başka bir formata dönüştürülmesi
konusundaki görüşümü yukarıdaki nedenlerle ifade etmeye çalıştım. Vaktiniz için
çok teşekkür eder, saygılarımı sunarım!”
YÖK cevap vermedi!
Peki yukarıdaki satırlar YÖK tarafından ciddiye alınıp cevap verildi mi?
Peki yukarıdaki satırlar YÖK tarafından ciddiye alınıp cevap verildi mi?
Kesinlikle hayır.
Olayın
boyutları araştırıldı ya da bu konuda yeni bir düzenlemeye gidildi mi o da
kesinlikle hayır!
Sorunlar devam ediyor.
Öylesine bir mahalle baskısı var ki, maalesef kimse ne sorunu anlatmaya ne
de çözüme gitmeye cesaret edebiliyor.
Ve bu konuda hiçbir düzenlemeye
gidilmediği için öğretim üyeliği kaynağı kuruyor.
Oysa yapılması gereken çok
basit, doçentlikte sözlü sınavın kaldırılarak yerine daha adil bir değerlendirme
sistemi kurulabilir ya da tıpkı YGS, LYS gibi doçentlik sınavlarına da kamera konulabilir.
Çünkü
halen uygulanan yöntem, sübjektif ve keyfiyete açık bir yöntemdir...
Özetin
özeti: Bugün eleştirilere kulak tıkayanlar, yarın kendilerini dinleyecek hiç
kimse bulamazlar...