İRFAN O. HATİPOĞLU*
Taraf , 24 Aralık 2015
Bilim insanları –akademisyenler–
bilginin dünyanın neresinde, kim tarafından üretildiğini bakmazlar,
coşkularına ortak olurlar. Bunu bilmelerine karşın, Aziz Sancar’ın elde
ettiği başarıya duyarsız kaldılar, yeterince ilgi göstermediler.
Ülkemizde sevinilecek o kadar az şey oluyor ki, birlikte sevinmeyi
unuttuk. Çok az olan, bizleri bağlayan sevinçlerimizin içerikleri
değişti. Futbol topuna bağlanıp kaldı. Yalnızca topun çevresinde
kümeleniyor, sokaklara dökülüp coşabiliyoruz. Sevinme kısırlığı
nedeniyle kişisel başarılarımızı paylaşmaktan çekiniyoruz. Engelleyici
çalışmaların olacağına, kötülüklerin üzerimize yağacağını inanıyoruz.
İçimize dönüyoruz, dışımızda ne oluyor bakmıyoruz. Duyarsızlaştık.
Ülkemizin bir bölümünde insanlar günlerce evlerine hapsediliyor, insan
olarak doğdukları pişman edilirken orada ne oluyor sorusunu yüksek sesle
sormuyor, yok saymayı seçiyoruz. Yine içimizden birinin, dünyanın en
önemli bilim ödülünü –Nobel– almasını doyasıya sevinmedik,
sıradanlaştırmak için özen gösteriyoruz.
Dr. Aziz Sancar’ın aldığı ödülün; ulus olarak
birlikte sevinebileceğimiz büyüklükte olduğunu düşünüyorum. Bu
sevincimizin ana eksenini yurttaşımız, içimizden birisi olması oluştursa
da, çalışmalarıyla bilime yaptığı katkı sevincimizin diğer ayağını
oluşturur. Çünkü bilim evrensel bir uğraştır, bulguları insanlığın ortak
değeridir. Bilimsel çalışmalar yapmak, yeni bir şeyler keşfetmek daha
önce üretilen bilginin üzerine inşa edilmekle olur. İçinde kolektif
çalışma, ölçüsüz harcanan emek vardır. Kısacası dünyanın her yerinde,
bilimin ortaya koyduğu yeni bulgular, insanları heyecanlandırır,
sevindirir. Ama biz, Aziz Sancar’ın başarısına ulus olarak yeterince
sevinemedik. Bunun nedeni ulus olarak sevgiyi yitirince; yalnız,
vurdumduymaz, bireyci, kurnaz insanlar durumuna gelmemizdir. Sıradan
yurttaşların duyarsızlığını yadsımıyorum. Bilimin üretim süreciyle
yakından ilgilenmezler, onları yaşamını kolaylaştıran uygulamalar
(teknoloji) heyecanlandırır. Oysa bilim insanları –akademisyenler– bu
süreci çok iyi bilirler; bilginin dünyanın neresinde, kim tarafından
üretildiğini bakmazlar, coşkularına ortak olurlar. Bunu bilmelerine
karşın, Aziz Sancar’ın elde ettiği başarıya duyarsız kaldılar, yeterince
ilgi göstermediler.
Son yıllarda akademi dünyamızı sevme/ sevinme yoksunluğu sardı.
Değişik gerekçeler sayılabilir. Birincil neden üniversitelerin özgür/
özerk yapıdan çıkartılıp; baskıcı, kumpasçı, entrikacı, kayırmacı
anlayışın egemen kılınmasıdır. Bilimin siyasallaştırılmasıdır. Akademiyi
kontrol etmek için disiplin yönetmeliklerinde yapılan değişikliklerle
zihinlerin teslim alınması, hapsedilmesidir. Değişik yıldırma
uygulamaları ile akademisyenlerin kişilikleri mutasyona uğratıldı.
Korkak, ürkek, bireyci, kıskanç, intihalci (bilim hırsızı) insanlara
dönüştürüldüler. Artık, bırakın dünyanın değişik noktalarında üretilen
yeni bilgiye sevinmeyi, arkadaşlarının elde ettiği başarıları
paylaşmaktan çekiniyorlar. Şüpheyle yaklaşıyorlar.
Akademi çürüdü. Çürüme bilimsel uğraşın her aşamasını sardı. Yapılan çalışmalar rutinin tekrarı, dilimleme yapılarak “tulum çıkarma”
uğraşına döndü. Bilimsel çalışmaların artırılması için yapılan
teşvikler istismar edilmektedir. Teşviklerden yararlanmak için hayalî
çalışmalar, intihal (bilim hırsızlığı) yaygınlaştı. Üniversiteler,
TÜBİTAK tarafından verilen yayın teşvik ödüllerinden yararlanmak için “on orijinal makale oku, on birincisini yaz”
anlayışı ya da gözünü kestirdikleri makaleleri kolonlayarak yeniden
yazma normalleşti/ sıradanlaştı. Örneğin 2010 yılı sonrası ülkemizde
adresli yayınlar sayısal olarak sürekli artarken, bilimsel (nitelik)
içeriğinin gittikçe yok olduğu görülmektedir. 2000’li yıllarda Türkiye
adresli yapılan her bir uluslararası yayına ortalama üç atıf yapılırken
bu sayı 2010 yılı sonrası 0.16’ya kadar düşmüştür. Başka bir deyişle
ülkemizde dikkate alınacak ölçüde orijinal bilimsel çalışmanın
yapılmadığı anlamına geliyor.
Yaşamın her alanında sevinmek, paylaşmak bir özgüven işidir.
Yaptığınız işe inanmıyorsanız ve önemsenmediğini biliyorsanız sevinme/
paylaşma yetiniz azalır. Bir dönem sonra farklı kulvarda koşmaya
başlarsınız. Kolaycılığı seçersiniz. Sevinme yoksunu olursunuz.
Akademinin geldiği nokta burasıdır. Üniversitelerimizi devrimci bir
anlayışla yeniden düzenlemezsek, “üçüncü dünya” ülkesi
bilim kurumlarına dönecek, bilim insanlarımızda intihalci (bilim
hırsızı) olarak dünya bilim tarihine adlarını yazdırmaya devam
edecektir.
Akademi bunu kabul eder mi?
*Mustafa Kemal Üniversitesi (iohatip@hotmail.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder