Av. ABDULLAH ELİNÇ
Şuan günümüzde hukuk eğitimi önünde en büyük sorunların başında
pervazsızca artırılan kontenjanlar geliyor ve buna bağlı olarak hukuk
fakültelerinde ciddi bir akademisyen eksikliği yaşanmaktadır. Ülkemizde
mevcut öğrenci alan hukuk eğitimi veren 32 devlet 50 vakıf
üniversitesinde olmak üzere toplam 82 hukuk fakültesi vardır. Bunların
büyük çoğunluğu son 10 yılda açıldı. Özellikle vakıf üniversitelerinde
en rağbet görülen bölüm hukuk fakültesidir. Üniversite kurulur kurulmaz
hemen açılması istenen fakülte hukuk fakültesidir. Vakıf üniversitelerin
hukuk fakülteleri açmak istemesi gayet doğal ve anlaşılabilir bir
durum. Çünkü; kuru bir bina, dört sınıf, 3-5 akademisyen ile en
masrafsız karlı ve de en önemlisi prestijli bölüm açılabiliyor. Üstelik
sınıfların boş kalması gibi bir durum da yok. İşin asıl vahim kısmı ise
birden bu kadar yeni fakülte açılamasını ve de üstüne mevcut
fakültelerde ki kontenjanların artırımını karşılayacak, eğitimi verecek
yeterli sayıda akademisyenimizin olmamasıdır. 82 fakülte ve yaklaşık 50
bin öğrencinin olduğu yerde 1000 küsür akademisyenle nitelikli bir
hukuk eğitimi ve nitelikli bir hukukçu yetişmesini beklemek hayal
olmalı. Diğer fakültelerde ki akademisyen sayısı ile kıyaslandığında
işin vahameti bir kat daha artıyor.
Başta belirttiğim üzere bu sorunun temelini oluşturan akademisyen
sayılarında yetersizlik, bir başka deyimle mevcut akademisyen
kıtlığıdır. 3-4 kişilik akademik kadrolarla dönen hukuk fakülteleri
var. Sadece misafir öğretim elemanı ile dönen fakülteleri var.
Akademisyenlerden çok avukatların ders verdiği verdiği fakülteleri var.
Bunlar kabul edilemez, hukuk fakülteleri ne dershanedir ne de meslek
lisesidir. Her sene açılan yeni fakülteler üstüne artırılan
kontenjanlarla birlikte sadece bir fakültede derse giren akademisyen
neredeyse yok artık. Farklı üniversitelerde farklı şehirlerde ders veren
akademisyenlerin doğal olarak verimliliğini düşürüyor. Aynı zamanda
akademisyeni sadece haftanın beş günü ders veren bir nevi lise öğretmeni
formatına sokuyor. Tüm bunlarla beraber hoca ile öğrenci ilişkisi çok
zayıflıyor ve hatta yok denecek dereceye düşüyor. Bu sorunun temel
sebebi özellikle İstanbul ve Ankara’da köşe başlarında açılan dürümcü
misali mantar gibi türeyen vakıf üniversiteleridir. Böyle bir ortamda
sık sık dile getirilen nitelikli hukukçu olanağını daha da azaltıyor.
Buradan hareketle artık dünyamız değişiyor Kemal Gözler’in dediği gibi:”küreselleşen
dünyamız hiç olmadığı kadar küçüldü. Hukuk fakültelerimiz, bu değişimin
farkında ve küreselleşen dünyanın ihtiyaç duyduğu yeni hukukçu tipini
yetiştirmeyi amaçlamaları gerekmektedir.” [1]
Bu konuya devam edecek olursak hukuk fakültelerinde derslerin,
hocanın kürsüye geçip 50 dakika konuştuğu ve öğrencilerin de bu süre
içinde sadece dinlemeye çalıştığı, eskimiş bir öğretim metoduyla klasik
hukuk anlayışında vazgeçilmelidir. Öğrencinin merkeze alındığı bir hukuk
eğitimine geçmeliyiz. Bu bakımdan hukuk eğitimi öğrenciye hukuk ilmini
öğretmeye yönelik olmalıdır. Bir yandan üst seviyede hukuk bilgisi
verilirken diğer taraftan hukuk formasyonu kazandırılmalıdır. Fakülte
eğitimi sırasında hukuk biliminin tüm ayrıntıları ile öğretilmesi mümkün
olmadığına göre, öğrencilere bilgiye nasıl ulaşacaklarının diğer bir
deyişle araştırma yapma tekniklerinin de öğretilmesi gerekmektedir.
Hukukçu “vicdanı ile cüzdanı arasına” sıkıştığı durumlarda vicdanının
sesini dinlemeyi hukuk fakültesi sırasında öğrenmelidir. Bütün bunların
yanı sıra hukuk eğitiminin amacı öğrencileri; hür, düşünceli, sorumluluk
ve kişilik sahibi bireyler olarak yetiştirmek olmalıdır.[2] Bu kadar
çok hukuk fakültesinin olduğu yerde bu hukuk sistemi içinde bu kadar az
sayıda akademisyenlerle günümüz itibarı ile pek mümkün görünmemekte.
Çağdaş eğitim düzeyi yakalamanın ve nitelikli hukukçu yetiştirmenin
temel unsurların başında hukuk fakültelerinde ki nitelikli akademisyen
sayısının artırılması gerekmektedir.
Bu konuyla ilgili ikinci sorunumuza gelecek olursak mevcut
akademisyenlerin niteliğidir. Akademisyen sayısının yeterli olması her
zaman iyi bir hukuk eğitiminin güvencesi olmamaktadır. Maalesef asgari
koşulları şu ya da bu şekilde yerine getirebilmiş olan herkesin öğretim
üyeliğini yetkinlikle yerine getirip getirmeyeceği de üzerinde dikkat
gösterilmesi hatta sorgulanması gereken bir konudur. Buradan hareketle
öğretim üyesinin nasıl yetişmesi ve ne gibi özelliklere sahip olması
gerektiği konusu lisans eğitimin sorunlarını ampirik yöntemle genel
olarak ele alan böyle bir çalışmanın parçası olmaktan çok başlı başına
incelenmesi araştırılması gereken bir konudur.[3] Bu bağlamda sadece
niceliğe odaklanıp sorunu kısa yoldan acele ile çözmeye kalkışırsak
akademisyenlerin nitelikle ilgili mevcut sıkıntıları daha da
büyüyecektir. Bu nedenle öğrenci yetiştirmede olduğu gibi nitelikli
akademisyen yetiştirmeye de çalışmalıyız.
Bu konuyla ilgili üçüncü sorunumuz ise akademik özgürlüktür. Bilim
adamının var olabilmesi için ifade, düşünce, araştırma hürriyeti kısaca
akademik özgürlükler tabir caizse hava gibi, su gibidir. Ancak bu havayı
iyi soluyabilir, bu suyu kana kana içebilirsek üniversitelerimizde
özlediğimiz noktaya getirebiliriz. Bilim için bilimsel ilerleme için
akademik özgürlük şarttır. Bu konu hem hocalar, hem de öğrenciler
bakımından böyledir vazgeçilmezdir. [4] Hukukçu sosyal bilimcidir
ülkesinden, dünyadan ve halktan yani gündemden kopuk bir şekilde
yaşayamaz. Bir akademisyen gündem üzerine ya da bazı konularda
eleştirileri için, yani düşüncesinden dolayı tutuklanamaz ve
yargılanamaz. Unutulmamalıdır ki akademisyenin özgür olmadığı bir
ortamda, özgür düşünen fikirlerini her zaman ifade edip savunabilen yeni
nesiller yetişmesini beklememek gerekir.
Dördüncü sorun ise akademisyenlerin özellikle yüksek lisans ve
doktora aşamasında keyfi ve mobbing uygulamaları. Özellikle doktora
programlarında ideolojik veya keyfi uygulamalar akademisyen yetişmesinin
önünde başka bir engel olarak dikkat çekiyor. Kısa birkaç örnekle bu
konuya değinecek olursak. Bir hocanın öğrencisine “sen nasıl hamile
kaldın bana sorun mu?” ya da başka bir örnekte, sen bu eğitimi ciddiye
almıyorsun nişanlanmak için bize danıştın mı?” gibi örnekler durumun
vahametini bize gösteriyor. Bunların yanında disiplin yönetmeliklerini
öğretim elemanlarına karşı mobbing aracı olarak kullanan üniversite
yöneticilerini unutmamak gerekir.
Son olarak akademisyen maaşlarına yani maddi sıkıntılara da değinmek
istiyorum. 2015 başında ciddi bir zam yapılmış olmasına rağmen özellikle
diğer mesleklerle kıyaslandığında (avukatlık, hâkimlik, savcılık) daha
istenilen seviyede değildir. Bunun sonucunda kalifiye adaylar akademik
kariyere sıcak bakmamaktadırlar.
Akademi ile ilgili belli başlı sorunlar bunlar, çözüm yolları veya alınması gereken önlemler şunlardır:
1- Şu an mevcut akademisyen yetiştirme programı olan ÖYP daha da geliştirilmeli ve daha cazip hale getirilmelidir.
2- Üniversiteler sınırları zorlayarak yetiştirebileceği en üst miktarda araştırma görevlisi alması gerekir.
3- Akademisyenlerin maaşları diğer mesleklere göre daha makul seviyelere çıkarılması gerekir.
4- Doktorasını yapmış adaylar atanmak için bekletilmemeli veya
bekleme dönemlerinde taşra veya vakıf üniversiteleri hukuk
fakültelerinde belirli bir süre için geçici olarak görev yapma
zorunluluğu veya imkânı sağlanmalıdır.
5- Araştırma görevlileri yaz aylarında veya birer yıllık sürelerle
Avrupa’daki belli hukuk fakültelerinde yapılacak anlaşmalar çerçevesinde
gönderilmelerine veya gitmelerine olanak hazırlanmalıdır.
6- Yeni açılacak hukuk fakültelerinde zorunlu akademisyen bulundurma
sayısı artırılmalıdır ve hukuk fakültesi açma kriterleri zorlaştırıcı
şekilde artırılmalıdır. Buna bağlı olarak yeni fakülte açılması minimum
seviyeye indirilmeli ve mevcut fakültelerde kademeli kontenjan
azaltılmasına gidilmelidir.
7- Daha hukuk fakültelerinde akademik hayata yatkın bu alanda
ilerlemek isteyen öğrencilere gerekli yönlendirmeler yapılmalı ve destek
sağlanmalıdır.
Bahsettiğim üzere bu konuyla ilgili gördüğüm sorunlar ve çözüm
önerilerim bunlardan ibaret. Aslında bu konuyla ilgilenen hemen hemen
herkes tarafından üç aşağı beş yukarı sorunların ve çözümlerin ne olduğu
bellidir. Asıl sorun; nitelikli hukukçu, iyi bir adalet ve işleyen bir
hukuk sistemi için önünde ki bu engelleri çözmek isteyip istememekle
alakalıdır. Sonuç olarak ülkemizde hukuk fakültelerinde ciddi bir
akademisyen kıtlığı yaşanmaktadır. Bunu tarımsal kıtlığa benzetecek
olursak; ya ilkel toplumlarda olduğu gibi yağmurun yağması için dua için
edeceğiz, ya da gelişmiş toplumlar olduğu gibi akılcı bilimsel
yöntemlerle bu sorunu çözmeye çalışacağız. Umarım ikinci yolu seçeriz.
NOTLAR
1. Kemal GÖZLER, Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Hukuk Eğitimi
2. Şahin AKINCI, Hukuk Fakültelerinde Verilen Eğitimin Yetersizliği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder