20 Kasım 2011 Pazar

“Bir bina, bir tabela; işte size üniversite!” – İsmet Akça ile mülakat

Esra Açıkgöz
Cumhuriyet Pazar, 20 Kasım 2011

Büyükşehirde yaşıyorsanız, illa ki mahalle arasında birkaç katlı apartman üzerine asılan üniversite tabelasına denk gelmişsinizdir. Şaşıran da olmuştur, gururlanan da. Evet, tam 165 üniversitemiz oldu. Varsın çoğu bilimsel eğitim vermekten uzak olsun, öğrencilere sosyalleşecek kampus hayatı sunmasın, sosyal bilimler gibi toplumsal sorunlarla ilgilenen bölümler yerine paraya dönüştürülen “bilgi” önemsensin, ne fark eder? AKP’nin deyişiyle her şehre bir üniversite kazandırılıyor ya, o da yeter!

Her şehre bir üniversite! AKP iktidarı işte bunu vaat ediyordu ve gerçekleştirmek için adımları atmaya başladı, nasıl mı? “Tabela üniversite”leri çoğaltarak. Bu icraatının en önemli destekçisi de, özel sektör. Özellikle İstanbul’da neredeyse her mahalle arasında mantar gibi vakıf üniversitesi bitmeye başladı. Üstelik çoğunun ne fiziksel şartları üniversiteye uygun, ne de akademik kadroları bilimsel eğitim vermek için yeterli. Pek çok şehirde açılan devlet üniversiteleri için de aynı durum geçerli. Neoliberal sistem varlığını üniversiteler üzerinde hissettirdikçe üniversite “işletme”ye, öğrenci “müşteri”ye dönüşüyor. Vakıf üniversitelerinin yaptıkları promosyon kampanyaları da bunun getirisi; kimisi kendini seçen öğrenciye notebook veriyor, kimisi tablet PC’ler… Sadece öğrenciye yaklaşım değil, öğretim üyelerinden beklenti de değişiyor. Bilimsel eğitim verebilmekten ziyade, piyasanın ihtiyaçlarına yanıt verecek “eleman”lar yetiştirebilmek, prim yapıyor. Sonuç, her yıl giren 835 bin 915 öğrencinin, Türkiye toplamında 15 bin 529 profesör tarafından eğitilerek on binlerce “eleman”ın mezun olduğu bir fabrika!

Durumu Eğitim-Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi Başkanı Yrd. Doç. Dr. İsmet Akça ile konuştuk.

- YÖK’ün Mart’ta yaptığı “Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılması” açıklamasında “Yükseköğretim Kurulu oluşturulduğunda, üniversitelerimizin sayısı 27 idi. Aradan geçen 30 yıl boyunca, özellikle son yıllarda kurulan yeni devlet ve vakıf üniversiteleri ile üniversitelerimizin sayısı yaklaşık altı kat artış göstermiştir” denilerek övünülüyor. Son yıllardaki çalışmalarla 50’ye yakını vakıf olmak üzere 165 üniversitemiz oldu. Peki bu gerçekten bir gelişme mi?
- Üniversite dediğiniz, bilimsel, mekânsal, maddi bazı koşulları içermelidir. Öğrencilerin uygun dersliklerde eğitim alabilmesinden donanımlı kütüphaneye, sosyal kulüplerin aktivitelerine, yemek, barınma imkânlarının karşılanmasına, öğretim üyelerinin odalarının uygun olmasına kadar her şey önemli. Bırakın Türkiye’de yeni açılan üniversiteleri, İstanbul gibi büyükşehirlerdeki birçok üniversite bile bu koşullardan mahrum. Dolayısıyla bu rakamın bir karşılığı yok. Bilim, eğitim politikası kısa, orta, uzun vadeli planlamaları gerektirir; el yordamıyla, günün dar ihtiyaçlarını çözmek için yapılanlarla bilimsel eğitim verilemez. Türkiye’deki artış da böyle. Bu üniversitelerin çoğu tabela üniversiteleri. Bölüm kuruluyor, hoca yok. Ya da hoca olsa, bir bölümde sadece birkaç öğrenci oluyor.

- YÖK’ün sitesindeki üniversitelerin öğretim üyelerini gösteren belgeler durumun vahametini gösteriyor. Mesela İstanbul Gelişim Üniversitesi’nin tam zamanlı çalışan sadece bir profesörü görünüyor, Gedik Üniversitesi’nde iki. Kayseri Melikşah Üniversitesi’nin onbeş bölümlü dört fakültesinde sadece dört profesör bulunuyor, Gaziantep Zirve Üniversitesi’nin 115 öğrencili Eğitim Fakültesi’nde ise hiç yok. Piri Reis Üniversitesi’nin fizik bölümünde tam zamanlı çalışan sadece bir öğretim üyesi görünüyor…
- Genelde, yeni açılan üniversitelerde bu sorun var. Vakıf üniversiteleri ticari bir mantıkla hareket ediyor ve ne yazık ki kamu üniversiteleri de o mantığa yöneltiliyor. Bırakın yeni açılan üniversiteleri, başlarda vakıf üniversiteleri arasında belli oturmuşluğu, yüksek öğretim mantığını yerleştirme derdi olan Bilgi Üniversitesi’nde bile birçok bölümde asistanlar taşıyor yükü. Özellikle ABD’li Laureate satıldıktan sonra kâr getirmeyen bölümler tasfiye edilmeye başlandı.

- Sadece özeller de değil, devlet üniversitelerinin durumu da parlak değil. YÖK’ün sitesinde 6141 öğrencisi bulunan Amasya Üniversitesi’nde, Malatya’daki 22 bin 535 öğrencili İnönü Üniversitesi’nde ve 16 bin 923 öğrencili Kırıkkale Üniversitesi’nde hiç tam zamanlı öğretim üyesi gözükmüyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Profesörler devlet üniversitelerinden yüksek maaşlarla vakıf üniversitelerine transfer ediliyordu. Artık daha da kızışacaktır bu durum.
- Evet, özellikle belli namı olan isimleri çekebilmek için çok yüksek ücretler verdi vakıf üniversiteleri. Dolarlarla, ağırlığınıza, ayarınıza göre ücret politikası uyguluyorlar. Bir, iki tane güçlü isim getirip, onları vitrine koyuyorlar, ama işin yükünü asistanlara yıkıyorlar. İşin farklı bir boyutu da var, kamunun emeklilik nimetlerinden faydalanmak için emeklilik zamanında kamuya dönmeye çalışanlar da oluyor… Vakıf üniversitelerinin en büyük handikaplarından biri, kamudan para alıp, öğretim elemanı yetiştirmemeleri. Parayı bastırırım, alırım, diyorlar.

- Üniversite açmak gerçekten çok kârlı “iş” anlaşılan, son yıllarda neredeyse her mahalledeki apartmanda üniversite tabelasını görmek mümkün.
- Tabii kârlı. Kamu kaynaklarından destek alıyorlar. BDP’nin verdiği bir gensorunun yanıtında; 2004’te 11 üniversiteye 8.517 milyar liralık devlet yardımı yapılmış, 2007′deyse on üniversiteye 9.326.000 YTL’lik… Mart’ta açıklanan “YÖK kanunu reformu”nun beş ilkesinden biri, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı. Bununla şirketlerin kurulabilmesi öngörülüyor. Devlet ve vakıf üniversitelerinin dışında, uluslararası üniversiteler açılması planlanıyor. Çünkü her şeye rağmen vakıf statüsü altında olduğu için çeşitli hukuki süreçler sermayenin elini kolunu bağlayabiliyor. Yeni yapılanma bunu da aşacak, doğrudan şirket olacak. Kamu üniversiteleri de üniversite AŞ’ye dönüştürülüyor, kaynak yok, başınızın çaresine bakın, kendinize kaynak yaratın deniliyor. Yani mekânı otopark olarak kiralayacaksınız, reklam panolarıyla üniversite yapılarını dolduracaksınız, şirketlere kapılarınızı açacaksınız. Üniversiteler de artık gelir getiren faaliyetler neler, hangi akademisyen ne getiriyor diye bakmaya başlıyor. Bu dolayısıyla hangi alanlarda bilgi birikiminin destekleneceğini de belirliyor.

- Demin dediğiniz kimi bölümlerin tasfiye edilmeye başlanmasının nedeni bu mu?
- Evet, akademiyi akademi yapan ama doğrudan para getirmeyen sanat, sosyal bilimler, felsefe gibi bölümlerde sıkıntılar yaşanıyor. Tasfiye ediliyor. Oysa eğitim kamusal bir hizmettir ve bütçesi kamudan karşılanmalı. Bu sadece AKP’nin YÖK’ü ele geçirmesiyle başlamadı, bir önceki dönemde de böyleydi. 90’ların ortasından beri TÜSİAD raporuna baktığınızda görüyorsunuz. Ancak AKP seçim başarısıyla bu dönüşümü daha güçlü yapıyor. Üniversiteyi sermaye ile daha bütünleşik hale getirmeye çalışıyor. 2009’da çıkan bir yönetmelikle üniversitelere, şehrin sanayi ve ticaret odası başkanı, valilikten iki kişi, büyükşehir belediye başkanının da olduğu bir danışma kurulu öngörüldü. Böylece üniversitenin yönetimi daha doğrudan sermayeye, yerel yönetime bırakılıyor.

- Üniversiteler zaten toplumdan kopuktu, tezlerin konularının darlığı, toplumsal sorunlar üzerine yeterince derin araştırma yapılmaması hep eleştirildi. Bu durum daha da köreltecek araştırmaları…
- Üstelik bunun için kimsenin kafanıza vurması gerekmiyor, yapısal akıntı sizi oraya sürüklüyor. Ayakta kalabilmek, pozisyonunu tutabilmek için öyle davranmaya başlıyor bilim insanları da. Bugün üniversitelerde akademik dergilerde İngilizce bir makale yayınlamak dört puan getirirken, yıllarca çalışıp Türkçe kitap yazdığınızda üç puan alıyorsunuz. Neoliberal mantık bilgi denen şeyi, tekdüzeleştirip, karşılığında kâr, gelir elde edilebilir bir şey haline getirmeye çalışıyor. Yani “Ya daha fazla yayın yap ya da çürü” diyor.

- YÖK’ün sitesinde, adını bile yeni duyduğumuz kimi üniversitelerin ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversitelerden fazla makale yayını yaptığını görünce şaşırmıştım…
- Bazı öğretim üyeleri para ödeyip yurtdışında makalelerini yayınlatıyorlar. Tabii, Gülen Cemaatinin üniversite içindeki ciddi örgütlenmesini de unutmayalım. Belli yerlerde sırf dergi çıkartacak kadar gücü olduğu için kendi akademisyenlerini parlatıyorlar… Türkiye’deki yükseköğretimin hep çok otoriter bir yapılanması vardı, bugün onu AKP iktidarı kullanıyor. Öğretim üyelerine, öğrencilere açılan soruşturmalar çok yoğunlaştı. “Yüksek lisans sınavında şu öğrenciyi niye almadınız”dan tutun da, “Şu gazetede neden yazı yazdın”a kadar çok geniş gerekçelerle soruşturma açılıyor. Çoğu idari yargıdan geri dönüyor, ancak korku imparatorluğu yaratma hali üniversitelerde de var.

- Bütün bu sorunların arasında eğitim almaya çalışan öğrenciler, mezun olduklarında toplumda nerede dururlar sizce?
- Bunları bize dayatıyorlar, öğretim üyeleri, öğrenciler olarak biz pürüpakız diyemeyiz. Çünkü 25-30 yıla dayanan bu süreçte üniversitelerde yeni özneler yaratıldı. Artık öğretim üyesi de, öğrenci de bu hegomanik, neoliberal söylem üzerinden bakıyor dünyaya. Böyle olunca haliyle öğrenci de eleştirel düşünme, akıl yürütme üzerinden bilgi üretme sürecini değil, mezun olunca nasıl para kazanacağını düşünüyor. Öğretim üyelerinin çoğu da bu sistemi kabullendi. Çünkü bir çeşit rant da dağıtılıyor.

- Peki öğrenciler mezun olduklarında o diplomalar işe yarayacak mı?
- Üniversiteler kendini bunu vaat ederek satıyor. Mesela, Bahçeşehir Üniversitesi bir süredir belli şirketler adına ders açıyor. X holdingin CEO’su ders veriyor, o dersi alan öğrenciye de sertifika veriliyor. Bu piyasa ile entegre olabilecek bölümlerin öğrencileri açısından çekici olabiliyor. Meslek yüksekokulu gibi çalışması bekleniyor üniversitelerden. Avrupa Yükseköğretim Alanı yaratmayı hedefleyen Bologna süreci de bu mantık üzerine kurulu aslında.

- Özel yüksek meslek okullarının sayısı da çok arttı zaten…
- Evet, bu yüzden üniversiteye hazırlık dershanelerinin ücreti çok düşmüş. Siz eğitimi, kâr-zarar hesabı üzerinden yapıyorsanız, tek derdiniz çocuğunuzun iş sahibi olmasıysa, dershaneye yollayana kadar özel yüksek meslek okuluna gönderirsiniz. Onlar, stajından bilgisine kadar piyasayla entegre çalışıyor.

Emrah Göker'in İstifhanesi

ETİKETLER

A. Murat Eren (4) A. Rasim Küçükusta (1) Abbas Güçlü (3) Abdullah Elinç (1) Alper Hançerlioğlu (2) anayasa.gen.tr (1) Anayurt (1) Ayşe Durakbaşa (1) BASIN AÇIKLAMASI (1) Baybars Külebi (2) Bianet (1) Bilim Akademisi (1) BİLİM VE GELECEK (2) BİRGÜN (3) BİRGÜN - Bilim (1) BirGün - kiTaP (5) Burhanettin Kaya (1) Celal Şengör (2) Cumhuriyet (1) Cumhuriyet Bilim Teknoloji (11) Cumhuriyet Pazar (1) Dilek Kurban (1) Dilek Özcengiz (1) Doğan Kuban (1) Ege Üniversitesi (1) Eğitim-Sen (1) Emel Karakılıç (1) Emrah Göker (3) Emre Sevinç (1) Ercan Gündoğan (1) Ersin Yurtsever (1) Esra Açıkgöz (1) Evrensel (2) Fatih Özatay (4) Fatma Müge Göçek (1) Feride Acar (3) Gazete HABERTÜRK (2) GAZETTA (1) Genç Kale'm (1) GIT Türkiye (1) Gökhan Çetinsaya (1) Gündüz Vassaf (2) Haldun Güner (2) Hasan Yazıcı (1) HBT (1) Hürriyet (1) İbrahim Öztürk (1) İletişim (1) İrfan O. Hatipoğlu (2) İsmail Hakkı Aydın (2) İzzettin Önder (1) Kayhan Kantarlı (4) KEMAL GÖZLER (1) Levent Kurnaz (1) Levent Sevgi (2) Medimagazin (5) Mesut PARLAK (1) Mesut Yeğen (7) Metin Balcı (1) Milliyet (3) Murat Bardakçı (2) Murat Kılıç (1) Oğuzhan Gürlü (1) Orhan Bursalı (3) ÖSYM (3) Özgür Müftüoğlu (1) Özkan Eroğlu (1) Punctum Dergi (1) RADİKAL (9) RADİKAL 2 (2) RedHack (2) Rıdvan Karluk (4) Sakarya Gazetesi (4) sarkac.org (1) soL- Bilim (1) Sözcü (1) StarAçıkGörüş (1) Şahin Akıncı (1) Şükran Gölbaşı (1) T24 (1) Tahir Hatipoğlu (1) Tahsin Yeşildere (1) Taraf (3) Togan Kafesoğlu (2) Ümit İzmen (1) Yağız Alp Tangün (1) YÖK (3) Zaman (3)

NEDEN ?

NEDEN ?
ENGELLERİ AŞIYORUZ => https://plagiarism-turkish.blogspot.com/

BİLİM AKADEMİSİ RAPORU - Temmuz 2016

Şu sıra TBMM gündeminde olan 2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporunu okumak için lütfen tıklayın