Dr. ÖZKAN EROĞLU*,
Cumhuriyet Bilim Teknik, 28.10.2011
Ülkemizde nereye dönsem, hangi televizyon kanalını açsam ya da hangi süreli yayını karıştırsam öğretim üyesine çarpıyorum. Meselenin genel anlamda niteliksizleştiğini düşünüyorum. Ne oldu da, durmadan öğretim üyesi doğuruyoruz? Aşırma yazıların, taklit sanat yapıtlarının artarak devam ettiği bir toplumda, bir iki doğru düzgün kitabı ve yaratıcı makalesi olmayan insanlar, nasıl bu kadar çabuk öğretim üyesi oluveriyor? Mantar gibi türeyen özel-vakıf üniversiteleri, adeta bir ticarethane gibi çalışıyor, hatta birbirleriyle yarışlarına tüm hız ve ihtiraslarıyla acımasızca devam ediyor.
Şüphelerim şöyle oluşuyor: Öğretim üyesi olmak için iki aşama var; birincisi yabancı dil, ikincisi bir bilim sınavından geçmeyi şart koşuyor. Yabancı dil aşamasında iki sınav var; bunlardan ÜDS ismiyle bilineni, YÖK’e göre 80 soruluk bir sınavdan 65 ve üstü bir puan almayı şart koşuyor. Diğeri KPDS isimli sınav ki, bu da 100 soru üzerinden 65 ve üstü puan almayı istiyor.
İşin tuhaf tarafı, her iki sınav da yabancı dil bilgisini test etmiyor. Sadece istekli insanları sindirmek için düşünülmüş, nitelikli insanların da bir kısımını yok etmeye endeksli sınavlar bunlar. Ayrıca her iki sınavda alınan minimum başarılı puanı, bazı üniversite yönetimleri kabul etmiyor, daha yükseğini talep ediyor. Yani YÖK’e bağlı olduğu zannedilen üniversitelerin bazıları, kendi iç denetimleriyle YÖK’e çoktan karşı durmuş ve özerkliklerini ilan etmiş durumda.
Etraftaki gelişmeleri görünce, şüphelerim şu soruyu bana sorduruyor: KPSS ve üniversite giriş sınavlarında bu kadar oyunun döndüğü, dil eğitim seviyesinin yerlerde süründüğü ülkemizde, ÜDS veya KPDS sınavlarında da oyunlar döndürülüyor olamaz mı? Çünkü dil barajını geçen bir öğretim üyesi adayı, bilim ya da sanat jürisini nasıl olsa bir şekilde, önünde sonunda geçerek, öğretim üyesi oluyor. Öğretim üyeliğindeki bu endişe verici artış bana kabul edilebilir gelmiyor.
Çünkü bazı perifer üniversite bölümleri halen bir, iki yardımcı doçentle (yardımcı doçentlerin sınavı her üniversitenin kendi bünyesinde gerçekleştiğinden bu unvanı zaten almamak neredeyse olanaksız) yönetilirken, özellikle merkez üniversitelerindeki öğretim üyeliği artışı şüphe uyandırıyor.
SANAT EĞİTİMİ ÖRNEĞİ
Ülkemizdeki bu gelişmeler, bilimsel boyutta sanat eğitimi vermesi beklenen güzel sanatlar ile eğitim fakültelerini de yakından ilgilendiriyor. Altı yıl taşrada bir devlet üniversitesinin eğitim fakültesinde çalıştım. Okulda yardımcı doçent olan bilim ve sanat boyutları zayıf kimseler, fakültenin yürümesi adına yardımcı doçent yapıldıktan sonra, kendilerini hiç geliştirmezlerdi.
2000’li yılların sonunda da bu kez, vakıf üniversitelerinden birinin güzel sanatlar fakültesinde iki yıl çalıştım. Bulunduğum sırada üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı, konuyla ilgili süresiz bir yayını dahi bulunmayan emekli bir öğretim üyesi tarafından Sanat Bilimi Yüksek Lisans programı açıldı.
İşin acı tarafı sanat bilimi (Kunstwissenschaft) gibi ciddi bir bölümün üniversitenin para kazanması için açılmasıydı. Bölüme öğrenci toplarken de YÖK’ün de onayı alınarak, normal yüksek lisans alımlarında uygulanan ALES sınavı kaldırıldı ve sadece sıradan bir mülakatla neredeyse hiçbir zorlamaya uğratılmadan, parayı veren herkes bu lisansüstü eğitime dahil edildi.
Bu, bence tam bir yüksek eğitim vahşetiydi. Bu vahşeti hocalığım sırasında yazılı ve yazısız enstitü ve bölüme sunduğum eleştirilerimle azaltmaya çalıştım, fakat etkili olamadım. Bugün hazırlanan tezler ve bu tezlerin jürilerden nasıl geçtiğiyle ilgili aldığım duyumlarsa yanılmadığımı gösteriyor.
Bunları neden anlattım? Eleştirdiğim bu öğretim üyeliği artışı olayı ve sanat eğitimindeki bilimdışılığın temel nedeni, ciddi olmamak ve bunun, bugün geçer akçe olması ile eğitimin salt kapitale indirgenmesidir.
Üniversitelerdeki en kötü durum da, birbirlerini tanıyan ve müthiş politik ilişkiler içindeki kişilerin, bilim jürilerinde birbirlerini sınav etmeleridir (Çünkü her alanın insanları dön dolaş aynı kişilerden oluşur). Bu olumsuzluklar biter mi, bence bitmez, çünkü bitirilmesi bu düzeni yürüten etik yoksunu ve yoksulu insanların işine gelmez. Fakat bir gün düzlüğe çıkmak isteniliyorsa, her konuda olduğu gibi bu konuda da dürüst ve ilkeli olmak gerekecektir.
Yoksa arada, kuşaklar harcanacak, gerçek öğretim üyesi ve bilim insanları yitip gidecektir; bu da yitip gidenlerden çok, toplumun bir kaybı olacaktır.
*ozkan@ozkaneroglu.com