Prof. Dr. LEVENT KURNAZ
27 Ağustos'da çıkan bir kanun hükmünde kararname TÜBA'nın temel yapısını değiştirdi. Bugüne kadar Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) kendi üyelerini kendisi seçiyordu, ancak yeni çıkan kararname ile bu seçim hakkı TÜBA, YÖK ve Bakanlar Kurulu arasında eşit olarak dağıtıldı. Yani bugünden itibaren ülkemizdeki bilim adamlarının seçkinliği konusundaki kararı da Bakanlar Kurulu verecek artık.
Aslına bakarsanız, son üç yazımın da ana teması aynı. Parayı veren düdüğü çalar. Ben üniversitelerin bütçesini veriyorsam üniversiteler benim kontrolüm altında olmalı, ben TÜBİTAK'ın bütçesini sağlıyorsam, TÜBİTAK benim istediğim kişiler tarafından istediğim şekilde yönetilmeli ve son olarak da TÜBA'nın harcamalarını ben karşılıyorsam TÜBA'nın üyelerini de ben belirlerim. Bu şimdiye kadar başka hükümetler zamanında da olabilirdi, olamamasının tek sebebi hiçbir hükümetin böyle uzun zamandır bu kadar büyük bir oy farkıyla iktidarda kalmamış olmasıdır, yoksa bu konunun şu andaki hükümetimizle fazla bir bağlantısı yok. Devlet kanalından fonlanan tüm kurumların devlet kontrolü altında olması normaldir. Bir yandan “devlet bizim maaşımızı versin, araştırma bütçelerini sağlasın” ama diğer yandan da “işimize karışmasın” türü bir düşünce yapısı bizim türümüz bir devlet anlayışında rastlanabilecek bir tarz değildir. Devlet er geç işe karışır ve işleri kendi bildiği ve anladığı şekilde yönetir.
Çözüm nedir? TÜBİTAK için çalışmasa da üniversiteler ve TÜBA açısından çözüm bu kurumların en azından maddi açıdan da özerk olmalarıdır. Üniversiteler ve TÜBA bütçelerini devlet bütçesinden karşıladığı müddetçe istenen bilimsel özerkliğe sahip olamazlar. Üniversitelerin bilimsel özerkliği konusu çok uzun olduğu için o konuya ileride tekrar geri dönmek üzere TÜBA konusuna ağırlık vermek istiyorum.
Bugün TÜBA'da neler olduğunu anlayabilmek için öncelikle Bilim Akademileri kavramının ne olduğunu anlamamız gerekir. Dünyadaki bazı bilim akademilerinin tarihi neredeyse 400 sene geriye gidiyor. Bizim tarihimiz ise yirmi seneden daha kısa olduğuna göre kendimize bizden çok daha uzun süredir Bilim Akademileri olan ülkeleri örnek almamız da doğaldır.
Dünyadaki Bilim Akademilerinin en eskisi İngiliz Bilim Akademisi'dir. Bu kurum bilimciler tarafından kendi aralarında bilim konuşmak için kurulmuş bir dernektir. Doğal olarak da bu dernek her isteyeni bünyesine kabul etmemiş ve dahil olmak isteyenler arasında bilimsel yeterliliğe dayanan bir seçme uygulamıştır. Ama daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, bilimsel yeterlilik rahat ölçülebilecek bir kavram değildir ve bu ölçümün içerisine ister istemez kişisel değer yargıları da girecektir ve her zaman da girmiştir. Ancak önemli olan bu kurumların çoğu noktada bilimsel doğruları kişisel değer yargılarının üzerinde tutmuş olmalarıdır.
Fakat daha önemlisi, bu bilimciler bulabildikleri zamanda, mümkün olan yerlerde toplanmış ve derneğin masraflarını kendi ceplerinden karşılamışlardır. Bu kurumların bilimsel özerkliğinin temelinde yatan da bu maddi özerkliktir. Zaman içerisinde yöneticiler bu kurumların kendilerine yardımcı olabileceğini farkettiklerinden bu kurumlara maddi destek sağlamışlardır. Ama bu kurumlara sağlanan maddi desteğin arkasındaki temel anlayış bu desteğin bir derneğe yapılan bağış yapısında olduğunun anlaşılmış olmasıdır.
Zaman içerisinde bu kurumlar kendilerine aldıkları yardımı “hak etmelerini” sağlayacak bir görev biçmişlerdir. Bu görev de devletlere gereken zamanlarda bilimsel konularda destek ve görüş sağlamaktır. Amerikan Başkanı bilimsel bir konuda tarafsız ve doğru bir görüş almak isterse bunun için Amerikan Bilimler Akademisi'ne gider, akademi konunun uzmanlarından bir kurul oluşturur ve başkana gerekli olan görüşü hazırlar. Bu görüş neredeyse tartışılmaz artık. Bu yapı devletler ile bilim akademileri arasındaki ilişkiyi açıklar.
Ülkemizde ise bu yapının dışında Türkiye Bilimler Akademisi başlangıcından itibaren devletin kanatları altında kurulmuştur. Böylesi bir yapının bugüne kadar devletin işe karışması olmadan gelebilmesi bile bir mucizedir. Devletin bu işe bakış açısı “gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de bir bilimler akademisi var” demekten ibaret kalmıştır. Bizim bir bilimler akademimiz var ama ne akademinin kendisi ne de devlet bu akademinin görevlerinin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi değildir. Bu fikir de ortada olmadığı için bilimciler arasında kişisel değer yargılarından kaynaklanan husumetler oluşmuştur. Bu sebeple de devlet araya girerek “artık kimin üye olacağına ben karar vereceğim” demiştir. Bunun temel sonucu da bir varoluş sebebi belirlenmeden kurulan kurumda görev alanlara kartvizitlerine yazacakları yeni bir satır ve ek maddi imkanlar sağlanmasıdır.
TÜBA üyelerinin bu gelişme üzerine yapmaya düşündüğü şey toplu halde akademi üyeliğinden istifa edip devletten bağımsız bir yapılanma içerisine girmektir. Aslında bu en baştan yapılmış olsa konu bugünlere kadar gelmezdi zaten. Ama bu yapılmadan önce de şapkaların öne konularak bir bilimler akademisinin neden varolması gerektiği ve işlevinin ne olacağı çok iyi irdelenmelidir.
Benim kişisel görüşüm bir bilimler akademisinin temel görevinin halka güvenli ve bilimsel bilgi sağlamak olduğu yönündedir. En basit örneklerle anlatmam gerekirse, 17 Ağustos 1999'da büyük bir deprem travması yaşadık hepimiz. Bugün en ufak bir sarsıntı olsa hepimiz sokaklara firlıyoruz, ama bu konuda çalışan pek çok kişiden aynı olay hakkında birbirine zıt pek çok fikir çıkabiliyor. Ne güzel olurdu TÜBA adına bir bilim adamı çıkıp hepimizi aydınlatsa, biz de desek ki “bak işte doğrusu buymuş”, ya da TÜBA adına bir kurul bir rapor sunsa basına ve bize GDO'lu ürünlerin ne olduğunu, yarar ve zararlarını anlatsa.
Başta 27 Ağustos kararnamesine kadar başkanlık görevini yürüten Prof. Dr. Yücel Kanpolat olmak üzere TÜBA seçkin bilimcilerden oluşmaktadır. Ama TÜBA kuruluşundan bu yana özerk olduğunu düşünerek kendisini aldatıyordu. Bugün bu aldatmacanın sonu geldi. Bilimler Akademisi'nin devlete değil devletin Bilimler Akademisi'ne ihtiyacı olduğu gün ancak Bilimler Akademisi'nin özerkliğinden söz etme şansı doğabilir. Bunun için de bilimsel düşünceyi ön plana çıkartan bir devlet görüşünün hakim olması gereklidir. Bugün için devletimizin anlayışı bilimsel doğruların değil kendi duymak istediklerinin kendisine söylenmesi yönünde olduğu için 27 Ağustos kararnamesi ile duymak isteyeceklerini kendilerine söyleyecek bir Bilimler Akademisi düzenleme yoluna yönelmiş olduk. Umarım ben yanılıyorumdur.
Yeni Başlayanlar İçin Üniversiteler
TÜBİTAK ve Araştırma Konusundaki Devlet Politikamız
Aslına bakarsanız, son üç yazımın da ana teması aynı. Parayı veren düdüğü çalar. Ben üniversitelerin bütçesini veriyorsam üniversiteler benim kontrolüm altında olmalı, ben TÜBİTAK'ın bütçesini sağlıyorsam, TÜBİTAK benim istediğim kişiler tarafından istediğim şekilde yönetilmeli ve son olarak da TÜBA'nın harcamalarını ben karşılıyorsam TÜBA'nın üyelerini de ben belirlerim. Bu şimdiye kadar başka hükümetler zamanında da olabilirdi, olamamasının tek sebebi hiçbir hükümetin böyle uzun zamandır bu kadar büyük bir oy farkıyla iktidarda kalmamış olmasıdır, yoksa bu konunun şu andaki hükümetimizle fazla bir bağlantısı yok. Devlet kanalından fonlanan tüm kurumların devlet kontrolü altında olması normaldir. Bir yandan “devlet bizim maaşımızı versin, araştırma bütçelerini sağlasın” ama diğer yandan da “işimize karışmasın” türü bir düşünce yapısı bizim türümüz bir devlet anlayışında rastlanabilecek bir tarz değildir. Devlet er geç işe karışır ve işleri kendi bildiği ve anladığı şekilde yönetir.
Çözüm nedir? TÜBİTAK için çalışmasa da üniversiteler ve TÜBA açısından çözüm bu kurumların en azından maddi açıdan da özerk olmalarıdır. Üniversiteler ve TÜBA bütçelerini devlet bütçesinden karşıladığı müddetçe istenen bilimsel özerkliğe sahip olamazlar. Üniversitelerin bilimsel özerkliği konusu çok uzun olduğu için o konuya ileride tekrar geri dönmek üzere TÜBA konusuna ağırlık vermek istiyorum.
Bugün TÜBA'da neler olduğunu anlayabilmek için öncelikle Bilim Akademileri kavramının ne olduğunu anlamamız gerekir. Dünyadaki bazı bilim akademilerinin tarihi neredeyse 400 sene geriye gidiyor. Bizim tarihimiz ise yirmi seneden daha kısa olduğuna göre kendimize bizden çok daha uzun süredir Bilim Akademileri olan ülkeleri örnek almamız da doğaldır.
Dünyadaki Bilim Akademilerinin en eskisi İngiliz Bilim Akademisi'dir. Bu kurum bilimciler tarafından kendi aralarında bilim konuşmak için kurulmuş bir dernektir. Doğal olarak da bu dernek her isteyeni bünyesine kabul etmemiş ve dahil olmak isteyenler arasında bilimsel yeterliliğe dayanan bir seçme uygulamıştır. Ama daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, bilimsel yeterlilik rahat ölçülebilecek bir kavram değildir ve bu ölçümün içerisine ister istemez kişisel değer yargıları da girecektir ve her zaman da girmiştir. Ancak önemli olan bu kurumların çoğu noktada bilimsel doğruları kişisel değer yargılarının üzerinde tutmuş olmalarıdır.
Fakat daha önemlisi, bu bilimciler bulabildikleri zamanda, mümkün olan yerlerde toplanmış ve derneğin masraflarını kendi ceplerinden karşılamışlardır. Bu kurumların bilimsel özerkliğinin temelinde yatan da bu maddi özerkliktir. Zaman içerisinde yöneticiler bu kurumların kendilerine yardımcı olabileceğini farkettiklerinden bu kurumlara maddi destek sağlamışlardır. Ama bu kurumlara sağlanan maddi desteğin arkasındaki temel anlayış bu desteğin bir derneğe yapılan bağış yapısında olduğunun anlaşılmış olmasıdır.
Zaman içerisinde bu kurumlar kendilerine aldıkları yardımı “hak etmelerini” sağlayacak bir görev biçmişlerdir. Bu görev de devletlere gereken zamanlarda bilimsel konularda destek ve görüş sağlamaktır. Amerikan Başkanı bilimsel bir konuda tarafsız ve doğru bir görüş almak isterse bunun için Amerikan Bilimler Akademisi'ne gider, akademi konunun uzmanlarından bir kurul oluşturur ve başkana gerekli olan görüşü hazırlar. Bu görüş neredeyse tartışılmaz artık. Bu yapı devletler ile bilim akademileri arasındaki ilişkiyi açıklar.
Ülkemizde ise bu yapının dışında Türkiye Bilimler Akademisi başlangıcından itibaren devletin kanatları altında kurulmuştur. Böylesi bir yapının bugüne kadar devletin işe karışması olmadan gelebilmesi bile bir mucizedir. Devletin bu işe bakış açısı “gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de bir bilimler akademisi var” demekten ibaret kalmıştır. Bizim bir bilimler akademimiz var ama ne akademinin kendisi ne de devlet bu akademinin görevlerinin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi değildir. Bu fikir de ortada olmadığı için bilimciler arasında kişisel değer yargılarından kaynaklanan husumetler oluşmuştur. Bu sebeple de devlet araya girerek “artık kimin üye olacağına ben karar vereceğim” demiştir. Bunun temel sonucu da bir varoluş sebebi belirlenmeden kurulan kurumda görev alanlara kartvizitlerine yazacakları yeni bir satır ve ek maddi imkanlar sağlanmasıdır.
TÜBA üyelerinin bu gelişme üzerine yapmaya düşündüğü şey toplu halde akademi üyeliğinden istifa edip devletten bağımsız bir yapılanma içerisine girmektir. Aslında bu en baştan yapılmış olsa konu bugünlere kadar gelmezdi zaten. Ama bu yapılmadan önce de şapkaların öne konularak bir bilimler akademisinin neden varolması gerektiği ve işlevinin ne olacağı çok iyi irdelenmelidir.
Benim kişisel görüşüm bir bilimler akademisinin temel görevinin halka güvenli ve bilimsel bilgi sağlamak olduğu yönündedir. En basit örneklerle anlatmam gerekirse, 17 Ağustos 1999'da büyük bir deprem travması yaşadık hepimiz. Bugün en ufak bir sarsıntı olsa hepimiz sokaklara firlıyoruz, ama bu konuda çalışan pek çok kişiden aynı olay hakkında birbirine zıt pek çok fikir çıkabiliyor. Ne güzel olurdu TÜBA adına bir bilim adamı çıkıp hepimizi aydınlatsa, biz de desek ki “bak işte doğrusu buymuş”, ya da TÜBA adına bir kurul bir rapor sunsa basına ve bize GDO'lu ürünlerin ne olduğunu, yarar ve zararlarını anlatsa.
Başta 27 Ağustos kararnamesine kadar başkanlık görevini yürüten Prof. Dr. Yücel Kanpolat olmak üzere TÜBA seçkin bilimcilerden oluşmaktadır. Ama TÜBA kuruluşundan bu yana özerk olduğunu düşünerek kendisini aldatıyordu. Bugün bu aldatmacanın sonu geldi. Bilimler Akademisi'nin devlete değil devletin Bilimler Akademisi'ne ihtiyacı olduğu gün ancak Bilimler Akademisi'nin özerkliğinden söz etme şansı doğabilir. Bunun için de bilimsel düşünceyi ön plana çıkartan bir devlet görüşünün hakim olması gereklidir. Bugün için devletimizin anlayışı bilimsel doğruların değil kendi duymak istediklerinin kendisine söylenmesi yönünde olduğu için 27 Ağustos kararnamesi ile duymak isteyeceklerini kendilerine söyleyecek bir Bilimler Akademisi düzenleme yoluna yönelmiş olduk. Umarım ben yanılıyorumdur.
Yeni Başlayanlar İçin Üniversiteler
TÜBİTAK ve Araştırma Konusundaki Devlet Politikamız